"Mükemmel" Değil,
"Yeterince İyi" Ebeveyn Olmak
Bazen ebeveynler, bir ebeveyn olarak başarısız olma ve çok sevdikleri çocuklarına zarar verme kaygısını yaşarlar. Bu anlaşılabilir kaygı, hem çocuğa hem de ebeveyne büyük ölçüde zarar verir. Bir çocuğu iyi bir şekilde yetiştirebilmek için mükemmel bir ebeveyn olmaya çalışmak ve çocuğun mükemmel bir birey olmasını hedeflemek gerekli değildir. “Yeterince” iyi bir ebeveyn olmak ve iyi bir çocuk yetiştirmek oldukça mümkündür. Çocuğumuzu yetiştirirken, arada çok büyük bir duygu alışverişi olduğu için, hata yapmak kaçınılmazdır. Ama bu hatalar, diğer zamanlarda yaptığımız doğru şeylerle telafi edilir. Winnicott “yeterince iyi anne” (good enough mother) kavramıyla, annesinin yüzüne bakan bir bebeğin orada kendini gördüğü, kendini bulduğu bir anneden bahsetmiştir. Çünkü yeterince iyi bir anne, bebeğine karşı sahip olduğu derin empati sayesinde, bir ayna gibi, bebeğinin duygularını kendi yüzünde yansıtır. Yeterince iyi olmayan anne, bebeğinin duygularını kendi yüzünde yansıtamaz çünkü, kendi endişeleriyle çok meşguldür. Çocuğuna doğru davranıp davranamadığı ile ilgili kaygıları ve çocuğu ile ilgili konularda başarısızlığa uğrama korkuları yüzünden başarısızlığa uğrar. Çocuk baktığı yüzde kendini görmek yerine bir yabancı görür, daha da kötüsü, derin ilişkiyi yaşamadığı için de, büyük bir yalnızlık içine girer.
Yeterince iyi bir ebeveyn olmak için, kişinin kendi ebeveynliği ve çocuğuyla ilişkisi ile ilgili güven duygusu hissetmesi gerekir. Bu güven, kişinin çocuğuyla ilgili yaptıklarında dikkatli olması, ama bu konuda aşırı kaygılı olmaması, diğer yandan da, iyi bir ebeveyn olmadığı ile ilgili suçluluk yaşamaması gerekir. Ebeveynin, kendi ebeveynliği ile ilgili yaşadığı güven duygusu, çocuğun kendi ile ilgili güven geliştirebilmesinin kaynağı olacaktır.
Bir ebeveynin bir olayı nasıl yaşadığı çok önemlidir. Çünkü olayı aynı zamanda çocuğu için yorumlar, böylece dünya, çocuğun gözünde ebeveynlerinin yorumundan çıkmış haliyle anlam bulur. Yaşanan zor olaylarda ebeveynler kendi kaygılarını sınırlarlarsa, çocuğun kaygı geliştirme riski azalır.
Ayrılma kaygısı, hepimizin farklı derecelerde yaşadığımız en temel kaygılardandır. Bu kaygıyla annenin baş ediş şekli, çocuğun kendisinin, ileriki yaşamında ayrılıkla nasıl baş edeceğinin belirleyicisi olacaktır. Hepsi değilse bile çocukların çoğu, kendilerini oraya getiren kişiden –genellikle anne- ayrılıp da anaokulunun yeni ortamına girme konusunda biraz çekimserdir. Öte yandan bazıları kolaylıkla uyum sağlarken, diğer bazıları da çok uzun süre yoğun kaygılar yaşarlar. Tüm bunlar anneden alınan sinyallere bağlıdır. Eğer bu sinyaller oranın güvenli ve istenen bir yer olduğunu söylüyorsa, çocuk kısa süre içinde yaşadığı bu yeni tecrübeden zevk alır hale gelecektir. Öte yandan, çocuğun, annesinin gitmesine izin vermede yaşadığı ilk zorluk annede de ne olacağına dair bir kaygı yaratıyorsa ve sonuçta onu bırakıp ayrılmak istememeye yol açıyorsa, çocuğun ilk hissettiği kaygı derinleşerek devam eder. Çocuk ağlayarak anneye yapışır, bu da annenin kaygısını doğrular ve artırır. Artık annenin, çocuğun okula başlaması için doğru yaşta olup olmadığından, okula uyum sağlayıp sağlayamayacağından duyduğu kaygılar artar ve anne kendini güvensiz hisseder. Anne, okulun güvenli bir yer olduğunu çocuğuna anlatmasına, orada kalmasının doğru olduğuna dair güvence vermeye çalışmasına rağmen, artık çocuk annenin sözleriyle ilgilenecek halde değildir. Çocuk içinde yaşadığı kaygıyla, yalnızca annenin ayrılıkla ilgili endişesini alabilir. Bu sürecin devamını sağlayan, çocuğun değil, daha ziyade annenin kaygısıdır. Anne, çocuğun henüz farkında olmadığı bir şeyin farkındadır. Bu ayrılık, aslında çocuğun ebeveynlerinden yavaş yavaş ayrılıp, kendi bağımsız hayatını kuracağı çok uzun bir sürecin başlangıcıdır. Annenin ayrılık kaygısını ateşleyen de işte bu büyük ayrılığa dair beklentidir.