"Yeterince İyi" Ebeveyn Olmak


"Mükemmel" Değil,
"Yeterince İyi"
Ebeveyn Olmak

Bazen ebeveynler, bir ebeveyn olarak başarısız olma ve çok sevdikleri çocuklarına zarar verme kaygısını yaşarlar. Bu anlaşılabilir kaygı, hem çocuğa hem de ebeveyne büyük ölçüde zarar verir. Bir çocuğu iyi bir şekilde yetiştirebilmek için mükemmel bir ebeveyn olmaya çalışmak ve çocuğun mükemmel bir birey olmasını hedeflemek gerekli değildir. “Yeterince” iyi bir ebeveyn olmak ve iyi bir çocuk yetiştirmek oldukça mümkündür. Çocuğumuzu yetiştirirken, arada çok büyük bir duygu alışverişi olduğu için, hata yapmak kaçınılmazdır. Ama bu hatalar, diğer zamanlarda yaptığımız doğru şeylerle telafi edilir. Winnicott “yeterince iyi anne” (good enough mother) kavramıyla, annesinin yüzüne bakan bir bebeğin orada kendini gördüğü, kendini bulduğu bir anneden bahsetmiştir. Çünkü yeterince iyi bir anne, bebeğine karşı sahip olduğu derin empati sayesinde, bir ayna gibi, bebeğinin duygularını kendi yüzünde yansıtır. Yeterince iyi olmayan anne, bebeğinin duygularını kendi yüzünde yansıtamaz çünkü, kendi endişeleriyle çok meşguldür. Çocuğuna doğru davranıp davranamadığı ile ilgili kaygıları ve çocuğu ile ilgili konularda başarısızlığa uğrama korkuları yüzünden başarısızlığa uğrar. Çocuk baktığı yüzde kendini görmek yerine bir yabancı görür, daha da kötüsü, derin ilişkiyi yaşamadığı için de, büyük bir yalnızlık içine girer.

Yeterince iyi bir ebeveyn olmak için, kişinin kendi ebeveynliği ve çocuğuyla ilişkisi ile ilgili güven duygusu hissetmesi gerekir. Bu güven, kişinin çocuğuyla ilgili yaptıklarında dikkatli olması, ama bu konuda aşırı kaygılı olmaması, diğer yandan da, iyi bir ebeveyn olmadığı ile ilgili suçluluk yaşamaması gerekir. Ebeveynin, kendi ebeveynliği ile ilgili yaşadığı güven duygusu, çocuğun kendi ile ilgili güven geliştirebilmesinin kaynağı olacaktır.

Bir ebeveynin bir olayı nasıl yaşadığı çok önemlidir. Çünkü olayı aynı zamanda çocuğu için yorumlar, böylece dünya, çocuğun gözünde ebeveynlerinin yorumundan çıkmış haliyle anlam bulur. Yaşanan zor olaylarda ebeveynler kendi kaygılarını sınırlarlarsa, çocuğun kaygı geliştirme riski azalır.

Ayrılma kaygısı, hepimizin farklı derecelerde yaşadığımız en temel kaygılardandır. Bu kaygıyla annenin baş ediş şekli, çocuğun kendisinin, ileriki yaşamında ayrılıkla nasıl baş edeceğinin belirleyicisi olacaktır. Hepsi değilse bile çocukların çoğu, kendilerini oraya getiren kişiden –genellikle anne- ayrılıp da anaokulunun yeni ortamına girme konusunda biraz çekimserdir. Öte yandan bazıları kolaylıkla uyum sağlarken, diğer bazıları da çok uzun süre yoğun kaygılar yaşarlar. Tüm bunlar anneden alınan sinyallere bağlıdır. Eğer bu sinyaller oranın güvenli ve istenen bir yer olduğunu söylüyorsa, çocuk kısa süre içinde yaşadığı bu yeni tecrübeden zevk alır hale gelecektir. Öte yandan, çocuğun, annesinin gitmesine izin vermede yaşadığı ilk zorluk annede de ne olacağına dair bir kaygı yaratıyorsa ve sonuçta onu bırakıp ayrılmak istememeye yol açıyorsa, çocuğun ilk hissettiği kaygı derinleşerek devam eder. Çocuk ağlayarak anneye yapışır, bu da annenin kaygısını doğrular ve artırır. Artık annenin, çocuğun okula başlaması için doğru yaşta olup olmadığından, okula uyum sağlayıp sağlayamayacağından duyduğu kaygılar artar ve anne kendini güvensiz hisseder. Anne, okulun güvenli bir yer olduğunu çocuğuna anlatmasına, orada kalmasının doğru olduğuna dair güvence vermeye çalışmasına rağmen, artık çocuk annenin sözleriyle ilgilenecek halde değildir. Çocuk içinde yaşadığı kaygıyla, yalnızca annenin ayrılıkla ilgili endişesini alabilir. Bu sürecin devamını sağlayan, çocuğun değil, daha ziyade annenin kaygısıdır. Anne, çocuğun henüz farkında olmadığı bir şeyin farkındadır. Bu ayrılık, aslında çocuğun ebeveynlerinden yavaş yavaş ayrılıp, kendi bağımsız hayatını kuracağı çok uzun bir sürecin başlangıcıdır. Annenin ayrılık kaygısını ateşleyen de işte bu büyük ayrılığa dair beklentidir.



Çocuğa Karşı Davranışlar


Davranışlar Sözlerden Yüksek Sesle Konuşur


Bir bebek doğumundan itibaren çevreye duyarlıdır. Doğumu takip eden ilk haftalarda bebeğin davranışlarını, ihtiyaçları ve çevresel uyarılar şekillendirir. Karnı acıktığında, altını kirlettiğinde, gaz sancısı çektiğinde, çevre çok ışıklı veya gürültülü olduğunda ortaya koyduğu tepkiler ve bu tepkiler karşısında annenin gösterdiği davranışlar, anne ile bebek arasında ilk bağı oluşturur. Anne ile bebek arasındaki bağlanma şekli, bebeğin, hayatındaki diğer insanlarla kuracağı ilişkilerin de bir örneği olur. Babayla ilişki, diğer aile üyeleriyle ilişki, biraz daha büyüdüğünde arkadaşlarla ilişki, öğretmenler ve diğer önemli kişilerle ilişki, temelini bu ilk bağdan alırlar. Bebek, anneyi ve anneyle olan ilişkiyi içselleştirerek, kendini ve dünyayı tanımlamaya başlar. Bu bağın kurulduğu yerde henüz söz yoktur. Annenin söylediklerini anlamaya başlamadan önce çocuk annenin ortaya koyduğu duygunun tonunu, onaylanıp onaylanmadığını, annenin davranışlarından anlar. Çocuk kendini önce annenin yüzünde görür. Annenin dokunuşlarıyla kendi vücudunu tanır. Kendi benliğini, sözün doğmadığı o erken dönemlerde çizmeye başlar. Anne ve bebek birbirini, kurdukları ilk sözsüz bağ vasıtasıyla şekillendirmeye başlar.

Kelimelerden önce davranışlarla tanışan, davranışları anlamaya ve kendini davranışlarla ifade etmeye başlayan çocuk, davranışları gözlemleme ve anlamlandırma konusunda büyük bir hassasiyet kazanır. Daha ileriki dönemlerde sözel iletişim, çocuğun hayatında rol oynamaya başladıktan sonra bile, iletişimin sözel olmayan yanı büyük önemini sürdürmeye devam eder.

Çocukların öğrenmesinde ‘model alma’ büyük önem taşır. Çevrelerindeki kişileri gözlemleyerek pek çok tutum ve davranışı öğrenirler. Anne ve babaların her davranışı, çocuklar tarafından mercek altına alınır. Çocuklara öğretilecek herhangi bir davranış söz konusu olduğunda, anne-babanın bu davranışı sergileyerek çocuğa örnek olması, çocuğun öğrenmesini kolaylaştırır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken, çocukların, bizim olumsuz davranışlarımızı da örnek alabileceği gerçeğidir. Hiçbir anne-baba, çocuğunun kaba kelimeler ve küfür kullanmasını istemez. Bu yüzden sık sık hatırlatmalarda bulunulur. Ancak günlük hayatta çok zorlandığımız anlarda pek çoğumuz bu tür sözleri ağzımızdan kaçırırız. Olayı örtbas etmek için giriştiğimiz davranışlar çocuklar tarafından hemen algılanır. Bu nedenle çocuğun yaşayacağı çelişkiyi engelleyebilmek ve ona iyi bir model olabilmek için, bunun yanlış bir davranış olduğunu kabul etmek ve göstermek faydalı olacaktır.

Çocuklar, radar kadar hassas olduklarından, kelimelerin arkasında yer alan fark etmediğimiz davranışlarımızı hemen ayırt ederler. Söylenilen söz ve yapılan davranış arasında çelişki olması halinde, çocuklar genellikle davranışları baz alırlar. Sinirli olduğu halde, ‘hiç bir şeyi olmadığını’ söyleyen bir anne veya babanın yüzündeki ifade, ses tonu ve hareketleri kendini ele verecektir. Bu durumda gerçeği ebeveyninin davranışlarında gören çocuk, itiraf edilmeyen bu duygunun kendine karşı olabileceği yorumunu yapıp kaygılanabilir. Bir diğer olasılıkla da, çocuk, olumsuz duyguların sözle ifade edilmemesi gerektiği düşünüp, sinirlendiğinde bunu konuşmak yerine, sinirli, saldırgan, bozucu davranışlar geliştirebilir.

Çocukla kurulan ilişkide, davranışın önemi çift yönlüdür. Önem iki taraf için de büyüktür. Çocuklar kendilerini ifade etmek için kelimeleri kullanma konusunda henüz çok gelişmiş yetilere sahip değillerdir. Bu nedenle, çocukları anlamanın yolunun, davranışlarını çok iyi gözlemlemekten geçtiğini hatırlamakta fayda var. Ses tonları, mimikleri, tutum ve tavırları, hareketlilik seviyeleri çoğu zaman bizlere, kelimelerinden daha fazla şey söyler. Eve gelip, en sevdiği yemeği bile öfkeyle reddeden çocuğun gösterdiği bu davranış, o gün okulda bir şey yaşamış olduğunun mesajını verebilir. Bu öfkenin ardında yatan sebep, okulda aldığı bir not nedeniyle yaşadığı üzüntü ya da bir yarışmada sonuncu gelmekle ilgili hayal kırıklığı olabilir. Gösterdiği bu farklı davranışa duyarlı olmak ve bu davranışın somut, görülebilir anlamından fazlasını düşünebilmek, çocuğu anlamak için bize iyi bir rehber olacaktır.

Kardeşinin doğumundan bir süre sonra, hareketlilik seviyesi artan ve koltukların üzerinden atlarken, evde kırılmamış eşya bırakmayan çocuğun bu davranışına daha dikkatli baktığımızda bunun ‘yaramazlık’ tan öte anlamları olduğunu görmek mümkün olacaktır. Anne ve baba doğal olarak, bebeğin ihtiyaçlarıyla ve uyumu ile ilgilenirken, eve gelen misafirler tüm ilgileriyle minik bebeğe odaklanmışken, çocuk, ihtiyacı olan ilgiyi elde edebilmek için yeni yollar denemek zorunda kalmıştır. Çevredeki büyüklerin bu davranışa odaklanması, ona kızması, uyarılarda bulunması, olumsuz bile olsa çocuğun istediği ilgiyi almasını sağlamıştır. Çocuğun davranışının arkasındaki kelimeler yetişkinler tarafından görülememesine rağmen, yetişkinlerin kelimelerinin arkasındaki davranışlar çocuk tarafından görülmüş ve bu da, çocuğun ‘yaramaz’ hareketlerini desteklemiştir.

İletişim çok boyutludur. Kendimizi ifade etmek ve karşımızdakini anlamak için bazen farkında olarak, bazen de farkında olmayarak çeşitli boyutlarını kullanırız. Özellikle çocuklar söz konusu olduğunda iletişimin davranışsal boyutu büyük önem kazanır. Kendimizi ifade ederken ortaya koyduğumuz davranışlar çoğu zaman, kelimelerimizden çok daha fazlasını söyler çocuklara. Ve çocukların davranışlarını okuyabilmek, kısıtlı kelimelerinden çok daha fazlasını anlatır bize onları anlayabilmek için.

Çocuklar ve Alışveriş


Alışverişe Bağımlı Çocuklar

Bir çocuğun alışveriş merkezinde her gördüğünü almak için kendini yerden yere atması, bir kız çocuğunun bir dolap dolusu model bebeğin bir benzerini aldırmak için annesini başının etini yemesi, bir gencin daha bir hafta önce aldığı ayakkabının farklı bir modeli için odasına kapanması, hepimizin yaşadığı veya şahit olduğu bir tablodur. Reklamlar, akran baskısı, kültürel baskı, anne-baba tutumları gibi nedenlerle gitgide artan oranlarda, nesnelere ve alışverişe bağımlı, doyumsuz çocuklar yetiştirmeye başladık.

Kendi değerini giydiği, sahip olduğu şeylerle, nasıl göründüğüyle belirleyen çocuk, diğer insanları da kim olduklarıyla değil, sahip olduklarıyla yargılar. Bu tehlike, ergenliğe geçişle birlikte büyür. En yeni modelleri almak, herkesin sahip olduğuna sahip olmak, ölüm / kalım meselesi haline gelebilir.

Pahalı bir arabanızın olması sizi iyi bir ebeveyn yapar mı? Ünlü bir basketbolcunun giydiği ayakkabılardan giyiyor olması çocuğunuzu otomatik olarak iyi bir oyuncu yapar mı? Tabii ki hayır! Bir yetişkin olarak siz bunu anlayabilirsiniz, ya çocuğunuz? Çocuğunuza bu konuda yardımcı olabilirsiniz.

Öncelik belirlemeyi öğretin. Çocuğunuzun isteklerini ve parasını kontrol etmeyi öğrenmesi için isteklerinin listesini yapması ve bu listeyi tercih sırasına göre düzenlemesini sağlayın. Çocuklar genelde ne kadar çok istediklerinin farkında değillerdir. Önce farkındalık kazandırmak, kendi davranışları üzerindeki kontrollerini de artıracaktır. Bu yöntem, yaklaşan yeni yıl ve doğum günlerinde çok işinize yarayacaktır. Hakları ve birikimleri çerçevesinde kaç hediye alabileceğini belirleyin ve önem sırasına göre hazırlanan listeye birlikte bakın.

Bekleyebilmesi için fırsat yaratın. Çocuğunuzun istediği şeyi hemen almak yerine ona bir süre tanıyın. Bu sürenin sonunda hevesi geçmiş, isteği tamamen değişmiş olabilir.

Suçlu hissetmeden “hayır” deyin. Çocuğunuz her gördüğünü istiyorsa, isteklerinin ardı arkası kesilmiyorsa, bu istediklerine gerçekten ihtiyacı olmadığını düşünüyorsanız sadece “hayır” demeniz yeterli. Her istediğini almanın ona faydadan çok zararı olacağından, bu tavrınızdan dolayı kendinizi suçlu hissetmeyin. Hayatta kimsenin her istediğine kavuşamadığını unutmamak gerekir. Bu nedenle bu tavrınız, çocuğunuzun hayal kırıklığı ile baş edebilme mekanizmaları geliştirmesine yardımcı olacaktır.

Çocuğunuza para yönetimini öğretin. Bu, hayat boyu kullanacağı çok değerli bir ödül olacaktır. Harçlık almak veya evde yaptığı küçük işler karşılığı para kazanmak, çocuğunuzun para kazanmayı ve harcamayı öğrenmesi için iyi bir başlangıç olacaktır. Bunun için çocuğunuza, hemen harcamaya ve uzun dönemli harcamalara yönelik iki bütçe oluşturmayı öğretebilirsiniz. Alışveriş merkezinde gördüğü bir oyuncağı istediğinde, “Bunun fiyatı 5 liraymış. Almak için yeteli paran var mı, gel bir bakalım” diyebilirsiniz. Kendi kazandığı parayla alacağı şeyler çocuğunuza daha anlamlı gelecektir.

Televizyonda reklam izlemeyi sınırlandırın. Reklam, günlük hayatın her alanında yer almakla birlikte, televizyon reklamları çocukları en etkileyen reklamlardır. Bu nedenle, daha az reklam gösterilen kanalların ve programların tercih edilmesi faydalı olacaktır. Çocukların reklamlarla karşılaşmasını tamamen engellemek mümkün değildir. Reklamlar, insanlara ihtiyaçları olmayan şeyleri aldırma amacını güderler. Reklamların temel amacının çocuklara açıklanması, özellikle çocukları etkilemek için reklamlarda kullanılan yöntemlerin gösterilmesi, çocuğun farkındalığını artıracaktır.

Çocuğunuza örnek olun. Çocuklar pek çok şeyi anne-babalarında gözleyerek öğrenirler. Çocuğunuzun nesneler dünyasıyla baş edebilmesi ve doyumsuzluk geliştirmemesi için ona iyi bir rol modeli olabilirsiniz. Bozulan eşyaları hemen yenisiyle değiştirmek yerine tamir ettirmenin önemini çocuğunuza anlatabilir ve örneklerle gösterebilirsiniz. Alışveriş kataloglarının tüm zamanınızı almasına izin vermeyin. Bütün boş vaktinizi alışveriş merkezlerinde ve mağazalarda geçirmeyin. Alışverişin bir hobi veya zaman geçirme aracı olmadığını, gerçekten ihtiyaç duyulan zamanda, ihtiyaç duyulan şeyler için alışveriş yapıldığını model olarak gösterin.

Çocuğunuza verebileceğiniz en iyi hediyenin, ona ayıracağınız zaman olduğunu hatırlayın. Yoğun şehir hayatının içinde, koşuşturmanın arasında, çocuklarımızla yeterince vakit geçiremediğimiz için yaşadığımız suçluluk duygusunu telafi etmek için çocuklarımızın isteklerine boyun eğmeye başlarız.

Gerçek ihtiyacını ve duygusunu anlamaya çalışın. Bazen çocuklar, duygusal bir ihtiyacı tatmin için somut nesnelere yönelirler. Asıl ihtiyacı vitrindeki oyuncak olmadığı için de, o oyuncağa olan ilgisi çok kısa bir sürede geçer ve çocuk yeni bir istekle karşımıza çıkabilir. Çocuğun isteklerinin altında çoğu zaman bir yakınlık ihtiyacı veya duygusal bir boşluk, hayal kırıklığı yer alır. Çocuğun gerçek ihtiyacı anlaşılır ve karşılanırsa, çocuğun nesnelere ihtiyacı kalmayacaktır.

Ebeveynler Arası Çatışmaların Çocuklar Üzerindeki Etkileri


Çapraz Ateş Altında

Her ilişkide zaman zaman çatışmalar yaşanır. Bazen bu çatışmaların büyük fırtınalara dönüştüğü durumlar olur. Büyük çatışmalar, özellikle çocuklu ailelerde endişeye sebep olur. Eşler arasındaki çatışmaların çocukları olumsuz yönde etkilediği gerçeği uzun yıllardan beri bilinmektedir. Eşiyle olan problemlerden dolayı kendini üzgün, kızgın, yorulmuş, tükenmiş hisseden anne-baba, bir de bu problemlerin çocuklar üzerindeki etkisini düşünerek, kendini daha da çaresiz kalmış bir durumda bulabilir.


EBEVEYNLER ARASINDAKİ ÇATIŞMALARA ÇOCUKLAR NASIL TEPKİ VERİR?
Ebeveynler arasındaki çatışma bir kaç aylık bebeklerden başlayarak, ergenlere kadar her yaştaki çocuğu etkiler ancak, çocuklar gözlemledikleri çatışmalara farklı şekilde tepki verirler. Çocuklar yetişkinler arasındaki öfke aktarımına, genellikle ağlama, donakalma, kulakları kapatma, gergin yüz ifadesi, ortamı terk etme, çatışmaya müdahale etme, kavga eden anne-babayı önlemek için araya girme ve sözel tepkilerle karşılık verir, bazılarıysa sakin ve yardımcı bir role bürünebilirler. Bebekler ve okul öncesi çağdaki çocuklar bazen gülme, zıplama, aşırı hareketlilik gibi olumlu tepkiler veriyor gibi gözükseler de bu tepkiler mutluluktan ziyade, duyguların genel olarak uyarılmasıyla ilgilidir.

EBEVEYNLER ARASINDAKİ ÇATIŞMALAR ÇOCUKLARI NASIL ETKİLER?
Ebeveynler arasındaki çatışma kuşkusuz her çocuğu etkiler; yapılan bir çalışmada, yetişkinler arasında çatışmayı gözlemlemiş olan çocuklar, çatışma sırasındaki duygularının genellikle üzüntü, öfke ya da korku olduğunu belirtmişlerdir. Gerçekten de, üzüntü, korku, kaygı, depresyon, öfke ve suçluluk duyguları hemen hemen her çocuğun, özellikle boşanmanın ilk yılında yaşadığı duygulardır. Yetişkinler arasındaki çatışmalar duygusal sorunlar kadar, yaşıtlara karşı agresif olma, disipline karşı çıkma, çevreye karşı ilgisizlik gibi davranışsal sorunlara veya akademik performansın düşmesi, dikkat dağınıklığı, konsantrasyon kaybı gibi bilişsel sorunlara neden olabilir. Duygusal, davranışsal ve bilişsel sorunların yanı sıra, somatik sorunlar da çatışma halindeki ebeveynlerin çocuklarında çok sık rastlanan sorunlardır.

ÇOCUKLARI EBEVEYNLER ARASINDAKİ ÇATIŞMADAN KORUMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR?
• Kavgaları mümkün olduğunca çocuğun önünde yapmamaya özen gösterin.
Anne-baba arasındaki kavgaların çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerini göz önünde bulundurarak, doğru davranışın, çocukların olmadığı ortamda tartışmak olacağını söylemek mantıklı olacaktır.

• Özellikle çocukla ilgili tartışmaları çocuğun önünde yapmayın.
Çocukları en çok etkileyen kavgalar, kendileri hakkında olanlardır. Bir çalışma, çocukların kendileriyle ilgili olan kavgalara daha çok utanç, kendini suçlama ve kavganın içine çekilme korkusuyla tepki verdiğini göstermiştir. Başka bir çalışma da, çocuk yetiştirmeyle ilgili kavgaların çocuklardaki patolojiyi daha yüksek oranla açıkladığını göstermiştir.

• Tartışmaların çözüme yönelik olmasına özen gösterin.
Eğer çocuğunuz eşinizle olan kavganıza şahit olmuşsa, çatışmanızı çözüme ulaştırmaya özen gösterin. Anne-baba arasındaki çatışmanın çözüme ulaşması, kavganın çocuk üzerindeki duygusal ve davranışsal etkisini azaltmaktadır. Çalışmalar, çatışmanın sıklığı ve seviyesi kadar, çatışmanın altındaki anlamın da çocuklar için önemli olduğu kanıtlarını ortaya koymuştur. Çatışmanın çözüme ulaşması, bu çatışmanın yapıcı olduğunu çocukların hissetmesine yol açar, çocuğun tepkisi de buna göre değişir. Çözüme ulaşmış, yapıcı çatışmalar hem ebeveynler, hem de çocuklar için önemlidir. Her zaman çocuğun önünde çözüm bulmak mümkün olmasa da, bu konuda yapılacak açıklamadan, çocuklar fayda sağlayacaktır. Çözümün gözlenmesi ya da çözüm olduğuna dair açıklama yapılması, aynı tür etkiye sahiptir ve olumlu sonuçlanır.

• Tartışmayı çözüme ulaştıramazsanız, çocuğunuza açıklama yapın.
Eğer çocuğunuz sizi kavga ederken görmüşse ve kavganızı çözüme ulaştıramıyorsanız, çocuğunuza, bunun herkes için üzücü olduğunu belirtin. Anne-baba arasındaki kavgayı gözlemleyen çocuğa, çözüm olmasa bile, en azından, kavganın kendi meselelerinden kaynaklandığını, çocukla hiçbir ilgisi olmadığını açıklamakta fayda vardır. Böylece çocuktaki utanç ve kendini suçlama duyguları engellenebilir.

• Sözel olmayan öfke ifadelerinden kaçının.
Bazı ebeveynler, hiç bir şey söylemezlerse, öfkeli olduklarının anlaşılmayacağını düşünürler. Fakat çocuklar bunu hisseder ve aynı şekilde kaygı duyarlar. Yapılan çalışmalar, sözel olmayan şekilde gösterilen öfkenin, sözel öfke ifadesi kadar çocuklar üzerinde etki yarattığını göstermiştir. Sözel olmayan öfke ifadesinin kronikleşmesi, uzun vadede, sözel öfke ifadesinden daha ciddi sonuçlar doğurur. Öfkenin konuşulmaması durumunda, probleme çözüm bulmak için masaya yatırma olanağı olmadığından, çatışmanın çözümlenmesi de mümkün olmaz, bu nedenle gerilim devam eder.

• Ebeveyn rollerini aksatmamaya özen gösterin.
Eşler arasındaki çatışmanın baskısı çoğu zaman ebeveynlerin kendi annelik-babalık rollerini aksatmalarına neden olur. Ebeveynlerin kendi rollerini uygulamakta sergilediği tutarsızlık ve etkisizlik, çocuklardaki davranış bozukluklarının en temel nedenidir.

• Disiplin programınızı mutlaka uygulayın.
Anne-baba arasındaki ilişki problemleri çoğu zaman çocuğa karşı disiplin problemlerine de yol açar. Tutarsız disiplin, davranış bozukluklarının en temel belirleyicilerindendir. Yani, kendi problemleriyle uğraşmaya dalan anne-baba, bazen izin verdiği davranışı bazen cezalandırabilir, hatta bazen ödüllendirebilir. Bu da istenmeyen davranışın tekrarlanma olasılığını arttırır. Çocuk artan bir şekilde negatifleşmeye başladığında, kendi ilişkisindeki problemden dolayı gerilim altında olan ebeveyn, hayatında yeni bir problem daha istemediği için, çocuğa karşı pozitif ya da nötr davranmaya başlayabilir. Ancak, negatif iletişimden kaçma çabası, çocuğun kötü davranışlarını pekiştirecektir.

• Çocuğun duygusal ihtiyaçlarına duyarlı olmaya özen gösterin.
İlişki problemleri, ebeveynlerin çocuğun duygusal ihtiyaçlarına karşı olan hassasiyetini azaltabilir, çocuktan gelen sinyalleri algılamasını zorlaştırabilir, bu da çocukla olan duygusal ilişkinin kalitesini ve çocukla ebeveynler arasındaki bağlılığın niteliğini değiştirebilir, bu nedenle değişik türde problemlere neden olur. Eşler arasındaki çatışma, ebeveynlerin kendi kaynaklarını azaltır, kognitif süreçlerini etkiler ve kendini düzenleme yetilerini azaltır. Bu da, çocuğun davranışlarına karşı aşırı duyarlılığa ve tahammülsüzlüğe yol açabilir. Ebeveynin pasifleşmesi, tepkisizleşmesi, çocuğun ihtiyaçlarına karşı duyarsızlaşması, çocukla ilişkisinde geri çekilmesi, çocuğu ihmal etmesi, negatif tavırlar sergilemesi, ya da aşırı müdahaleci olması, çocuğu kötüye kullanımı gibi olumsuz ebeveyn tutumları çocukta öfke, mutsuzluk, agresyon, dışa vurum, sosyal çekilme, depresyon, anksiyete gibi problemlere neden olur.

• Çocuğunuzla anlamlı bir ilişkiyi sürdürmeye önem verin.
Anne-baba arasındaki soruna rağmen, ebeveyn ve çocuk arasındaki yakın ve sıcak ilişki, eleştirici olmamak, çocuğun durumunu ve ihtiyaçlarını gerekli şekilde gözlemleyebiliyor olmak, özellikle ergenlerde işlevselliğin gelişmesine yol açmaktadır. Destekleyici ev ortamında orta şiddetli çatışmalar, fayda bile sağlayabilir: çocuk stres yaratan uyaranlarla, baş etme mekanizmalarını tüketmeden, etkin bir şekilde baş etmeyi, problem çözme yetilerini geliştirmeyi öğrenir.

• Çocuğunuzun kavgalar sırasında ortaya koyduğu bozucu davranışların altındaki motivasyonu görün.
Çocuğun, anne-baba arasındaki kavgaları engelleyen tarzda ortaya koyduğu tepkiler, negatif pekiştireç vasıtasıyla, zaman içinde tekrarlanma şansına sahip olur. Örneğin, anne-babası kavga ederken, agresif davranışlar gösteren veya ağlayan, bu vesileyle de anne- babasının kavgasını engelleyen çocuk için, bu davranış bozuklukları kısa dönemde adaptiftir, çünkü anne-babanın dikkati, daha az ciddi bir problem olan çocuğa döner. Kavgayı önleme gibi bir işlevi olduğu için bu davranışların sonraki kavgalarda da tekrarlanma olasılığı yükselecektir.

Çocuklar ve Paylaşım Duygusu


Hepsi benim, paylaşmam!


Bebek hareketlilik kazanıp annenin kucağından indiğinde, ‘anneden ayrı’ bir benlik kurmaya başlar artık. Emeklemeye ve yürümeye başlamakla birlikte kendini ve çevreyi daha iyi keşfetme fırsatını yakalar. Kendini keşfederken, kendini ve kendine ait olanları tanımlama ihtiyacı içindedir. “Ben” ve “benim” kelimeleri yavaş yavaş en sık kullandığı kelimeler olmaya başlar. Yürüme becerisinin gelişmesiyle birlikte, dünyayı keşfi kendi kontrolüne girer. Çevre, ulaşılacak noktalar ve incelenecek nesnelerle doludur. Geliştirmekte olduğu kontrol duygusunu nesnelere karşı da kullanmaya başlar. Açıkça kendine ait olan nesnelerin ötesine geçip, ulaşabildiği her nesneye “benim” demeye başlar. Bu dönem çocuklarının en temel bilişsel gelişim özelliği ben-merkezcil düşünmedir. Dünya hakkındaki kısıtlı bilgileri, yeni tanımlamaya başladıkları ”ben” çevresinde gelişmektedir çünkü.

Bu nedenlerle, 2-3 yaş anne-babalarının en yaygın şikayetleri arsındadır çocuklarının paylaşmayı bilmemesi. Nesneleri kontrol, çevreyi kontrol, tuvaletini kontrol gibi konular çocuğa bir yandan güç kazandırırken, bir yandan da kaybetme kaygısını yükler. Oyuncak arabasını oyun arkadaşıyla paylaşması söylendiğinde çocuk, arabayı verdiğinde geri alıp alamayacağını bile bilmemektedir. Dolayısıyla, arabası üzerindeki kontrolünü ve sahiplik duygusunu yitirme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Doğal olarak tepkisi “HAYIR” olacaktır. Çocuğun paylaşmaya verdiği bu kaygılı ve öfkeli tepki bir yetişkine anlamsız görünebilir, ancak bu tepkinin, çocuğun doğal gelişimsel dönemine ait doğal bir tepki olduğunu hatırlamakta fayda vardır.

Paylaşma duygusu çocuğun doğuştan getirdiği bir özellik olmadığına göre, çocuk bunu sonradan kazanacaktır. Bunun için de, gerekli gelişimsel olgunluk seviyesine erişmesi önemlidir. Çocuğun paylaşmayı öğrenmesinin yolu, gözlem ve rehberlik olacaktır. Paylaşmayı öğretmek için çocuğu zorlamak, baştan kaybetmektir. Oyuncağını zorla almak, tehdit etmek, ceza vermek gibi yöntemler, çocuğun paylaşmaya olan öfkesini artırır sadece. Bu nedenle, çocuğa paylaşmayı öğretirken ilk adım, kontrolün onda olduğunu çocuğa hissettirmektir: “Şimdi birlikte resim yapacağız. Kalemlerinden hangisini arkadaşına vermek istersin? Mavi olanı mı, kırmızı olanı mı?” Bu ifadede çocuk, sahip olduğu nesneler üzerinde hala kontrolü olduğunu hisseder. Seçim yapma ve karar verme hakkına sahip olmak, paylaşma kavramının olumlu yüzünü gösterir çocuğa.

Çevredeki yetişkinleri paylaşım örnekleri sergilerken görmek de çocuk için önemlidir. Böylece çocuk, sahip olunan bir şey başkasına verildiğinde geri alınabildiğini, istediği zaman geri almaya hakkı olduğunu ve paylaşım sayesinde karşılıklı bir güven ve işbirliği kurulabildiğini görecektir. Çocukla oynanacak ‘alma-verme’ temalı bir oyun, yetişkin-çocuk arasında güvenilir bir ortamda paylaşmayı öğretmek için idealdir. İstenen oyuncağı verdiği zaman takdir, gülümseme, tebrik gibi olumlu pekiştireçlerle karşılaşan çocuk, hem davranışı ile ilgili geri bildirim almış olacak, hem de kendisine ait olan oyuncağın paylaşma sonrasında geri döndüğünü, onu kaybetmemiş olduğunu görecek ve paylaşma kavramının anlamını uygulamalı olarak görmüş olacaktır.

Paylaşma kavramı çocuğa öğretilirken, nasıl ve ne zaman paylaşması gerektiğini öğretmek de önemlidir. Kendisi için çok özel bir oyuncağı paylaşmak zorunda değildir. Yetişkin olarak hepimizin, başkalarıyla paylaşmak istemediğimiz, bizim için özel olan eşyalarımız vardır. Çocuklar için de durum aynıdır. Bu yüzden bu durum çocuğa anlatılabilir ve paylaşmayı kabul ettiği oyuncaklarla, paylaşmak istemediği oyuncaklar ayrı kutulara yerleştirilebilir. Eve misafir geldiğinde veya oyun parkına giderken, diğer çocuklarla yaşanacak sorunu baştan önlemek için çocuk, paylaşmayı kabul ettiği kutudan oyuncaklar seçebilir.

Paylaşım konusu bazen kardeşler arasındaki çatışmaların zeminini oluşturabilir. Küçük kardeşi ağlıyor diye elindeki oyuncağı vermek zorunda kalan çocuk, kendi haklarına kimsenin saygı duymadığı görecektir. Bu da kardeşe ve anne-babaya karşı öfkeye neden olabilir. Oyun, çocuklar için eğlenceden öte anlamlar taşır. Bu nedenle, oynarken sürekli bölünen, oyuncağını kardeşine vermek zorunda kalan çocuk, devamlı hayal kırıklığı ve öfke yaşayacak, yaptığı şeyin kimse tarafından önemsenmediğini, başkalarının duygularının hep, kendisininkinden daha önemli olduğunu hissedecektir. Ayrıca, sürekli bölünme beklentisi içine girip, bir işle derinlemesine meşgul olmanın, yoğun dikkat göstermenin gereksiz olduğunu da hissedip, kısa süreli ve sonuçsuz faaliyetlere yönelebilir. Tüm bunlardan sonra, başarı ve haz duygusunu alamadığı için çocuğun özgüveni ve benlik duygusu sürekli zedelenecektir.

Paylaşmanın farklı türleri vardır: oyuncağını oynaması için başka bir çocuğa vermek, kurabiyelerinden bir kısmını arkadaşlarına vermek veya bir çocuğu oyuna davet etmek gibi. Eğer çocuk henüz oyuncağını vermek konusunda hazır değilse, diğer paylaşım yollarını öğretmekle işe başlanabilir. Paylaşmayı öğrenmede çocuğa en çok yardımcı olanlar yine çocuklar olacaktır. Çocuk sosyalleşmeye başladıkça paylaşmanın, işbirliği kurmakta ve arkadaş edinmekteki önemini öğrenmeye başlar. Paylaşan çocuklar yaşıtları arasında tercih edilirken, paylaşmayanlar genellikle dışlanır ve yalnız kalır. Sosyalleşmeyle birlikte çocuklar, bu tür gözlemleri ve geri bildirimleri, kendi davranışlarını düzenlemede kullanabilir hale gelirler. Böylece normal gelişimsel bir dönem kriz haline gelmeden yaşanmış olunur. Çocuklar genellikle 5-6 yaşlarında paylaşmayı ve grup içinde işbirliği kurarak oynamayı öğrenmiş olurlar. İlkokul çağında hala paylaşmayı bilmeyen çocuk için, bir uzmana danışmakta fayda vardır.

Çocuk ve Oyun


Benimle oynar mısın?


Her insan oyun oynamayı sever, yaşımız ne olursa olsun, oyun hepimiz için eğlencedir. Ancak çocukların yaşamında oyun, çok özel bir role sahiptir. Biz yetişkinler sevincimizi, sıkıntımızı, üzüntümüzü, kaygımızı, heyecanımızı, düşüncelerimizi konuşarak belli ederiz; biz kelimelerle konuşuruz. Oysa çocuklar, duygularını anlatmak için bizimkiler gibi şık kelimelere henüz sahip olmadıkları için, iletişim kurabilmede başka bir araca ihtiyaç duyarlar. Bu yüzden çocuklar çoğu zaman kelimelerle değil, oyunlarla konuşurlar.

Çocuklar oyunla dünyayı keşfederler, diğer kişilerle kuracakları ilişkileri öğrenirler, kendi yeteneklerini ve güçlerini test ederler, yeni fikirleri denerler ve farklı aktiviteleri deneyecek kadar yetkin bir hale gelirler. Merak, benlik değeri, dil, çeşitli alanlarda problem çözme yetileri, işbirliği, matematik, oyun sayesinde öğrenilen konulardan sadece birkaçıdır.

Oyunun Yararları:

Fiziksel ve Biyolojik Yararları:

Oyun, çocuğun temel becerileri öğrenmesine olanak tanır. Bir bebek ilk olarak, çevresini oyunla tanırken, istediği bir objeyi elde etmek için, el ve göz hareketlerini koordine etmeyi öğrenir. Oyun çocuğun enerji harcamasını ve böylece rahatlamasını sağlar. Çocuğun kaslarının gelişimini destekler. Oyun içinde koşma, uzanma, çömelme, zıplama gibi hareketler çocuğun kol ve bacak kaslarının gelişimine, el faaliyetleri de ince motor denilen parmak kaslarının gelişimine yardımcı olur. Örneğin kas gelişiminin yetersizliği nedeniyle yazı yazmada zorluk yaşayan bir çocuk, yazı için gerekli olan ince motor gelişime, oyun hamuruyla oynayarak, boyama, resim yaparak ulaşabilir.

Eğitimsel Yararları:

Çocukların öğrenme süresince oyun gerekli bir koşuldur. Çeşitli şekil, boyut ve renkteki oyuncaklarla oynamak çocuğun kavram gelişimine faydalıdır. Ayrıca bu farklı özellikteki materyaller kendi başlarına da, çocuğun sinir sistemi ve beyni için gerekli olan uyarımları sağlarlar. Rol oynama özellikle çocukların sonraki akademik yaşantıları için çok önemlidir. Çocuklar rol oynarken geçmiş tecrübelerini hatırlar ve onları yeniden yaratırlar. Örneğin, bir çocuk doktor rolünü oynarken doktorun kullandığı gereçleri, bir doktorun hastasını nasıl muayene ettiğini, neler dediğini ve neler yaptığını hatırlar.

Toplumsal Yararları:

Çocuklar rol oynarken pek çok yeni beceri geliştirirler. Diğer çocuklarla birlikte oynamak çocuğa işbirliği yapmayı, paylaşmayı, toplum kurallarını öğretir. Çocuklar oyun yoluyla, kendileri, aileleri ve toplum hakkında yeni şeyler öğrenirler, “ben” ve “diğeri” kavramlarını kazanırlar.

Duygusal Yararları:

Oyun oynarken çocuklar hayal dünyalarının gizli içeriklerini ortaya koyarlar; düşüncelerini, korkularını, kaygılarını duygularını dolaylı yoldan ifade ederler. Stres yaratan olayların bu şekilde ortaya konması, çocuğun kendi acılarını dışsallaştırmasına ve bu şekilde onlarla daha kolay baş etmesine izin verir. Böylece oyun, çocukların kaygılarını azaltma ve iç çatışmalarını çözme işleviyle kullanılabilir. Çocuk oyunla, saldırgan duygularını kabul edilebilir bir yolla ortaya koyma imkanı bulur. Bu tarz oyun çocuğa, günlük gerçeklik içinde izin verilmeyen içsel dürtülerinin boşalım imkanını sağlar. Örneğin, çocuk, küçük kardeşine olan kıskançlığını, bebeğini cezalandırma veya öldürme yoluyla ortaya koyabilir ve bu yolla, bu dürtünün tatmini mümkün olur.

OYUN:

· Çocuğa, duygularını ifade etme olanağı tanır.

· Çocuğun yaşamındaki travmatik olaylarla ilgili kaygısını azaltır

· Özgüven ve yeterlilik duygusunun gelişimini destekler.

· Kendine ve diğer kişilere olan güven duygusunu geliştirir.

· Sağlıklı sınırlar belirler.

· Yaratıcılığı destekler.

· Çocuğun uygun davranışlar kazanmasını sağlar.